Levent Köker'in 27 Aralık 2022 tarihli yazısı: Diyânet sorunu üzerine - Levent Köker (artigercek.com) 

Diyânet İşleri Başkanlığı (DİB), 23 Aralık 2022 Cuma günkü hutbesinde şu ifâdelere yer vermiş, kurumun internet sayfasından aynen alıyorum:

“Ahlâkî değerlerin, örf ve âdetlerin bozulmaya başladığı, kültürel yabancılaşmanın hızla arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu kültürel yozlaşmalardan birisi de yılbaşı kutlamalarıdır. Oysa ki yılbaşı adı altında yapılan eğlencelerin, bu eğlencelerde yer alan sembolik figürlerin, çam ağaçlarının kesilmesinin tarihimizle, kültürümüzle hiçbir alakası yoktur.”

DİYANET’İN STATÜSÜ AÇISINDAN NOEL VE YILBAŞI KUTLAMALARI

Bu ifâdelerle ilgili olarak aklımıza gelmesi gereken ilk soru, yılbaşı kutlamaları ile ilgili bir değerlendirme yapmanın DİB’nın görev alanına girip girmediği olmalı.

Bilindiği üzere, DİB yürütme organına doğrudan bağlı bir merkezî devlet kurumudur ve görev tanımı Anayasa’da ve kendi özel kanununda yapılmıştır.

Anayasa’nın 136. Maddesine göre, “… Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyâsî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” Burada sözü edilen “özel kanun”da da DİB’nın “İslam Dininin inançları, ibâdet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere” görevlendirildiği hükme bağlanmıştır.

Hem Anayasa ve hem de kendi özel kanunundaki bu ifâdelerden çıkan sonuçları şöyle sıralayabiliriz:

1- DİB, İslâm dininin inanç ibâdet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütecek, din konusunda toplumu aydınlatacak ve ibâdet yerlerini yönetecektir.

2- Bu görevlerini yerine getirirken, lâiklik ilkesi doğrultusunda hareket edecektir.

3- DİB’nın amacı, milletçe dayanışma ve bütünleşme olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla, DİB görevini yaparken “milletçe dayanışma ve bütünleşme”ye zarar vermeyecek, aksine bunu güçlendirmeye çalışacaktır.

4- Tüm bunları yerine getirirken, DİB ayrıca “bütün siyâsî görüş ve düşünüşlerin dışında kalacak”tır. Bunlar, Anayasa’nın ve DİB Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un emir ve direktifleridir.

O zaman, bir soru daha soralım: Yılbaşı kutlamalarının DİB’nın Anayasa ve kanunla tanımlanmış görev alanına girmesi mümkün müdür? Bir diğer deyişle, yılbaşı kutlamaları, “İslâm Dininin inançları, ibâdet ve ahlâk esasları” ile ilgili bir konu mudur? Kezâ, yılbaşı kutlamaları ile aynı bağlamda ileri sürülen, muhtemelen aralarında Noel Baba’nın da bulunduğu bir takım sembolik figürlerle “çam ağaçlarının kesilmesi” gibi davranışların DİB’nın görev alanına nasıl girdiği de izâha muhtaç değil midir?

Önce, yılbaşı ile Noel arasında bir ayrım yapalım. Noel kutlamaları, İsa peygamberin doğum günü ile ilgili, Hıristiyanların büyük çoğunluğu tarafından 24-25 Aralık târihlerinde kutlanan özel bir dinî gündür. İslâmiyet’le ilgisi, Kur’ân-ı Kerîm’in Meryem sûresinde, İslâmiyet’in de peygamber olarak kabûl ettiği İsâ’nın doğmundan kutlu bir hâdise olarak bahsedilmesiyle kurulur.

Gerçek şudur ki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir bölümü Noel’i kutlamaktadırlar. Bu kutlamalara katılmak, vatandaşların dinî inançlarının bir sonucu olabileceği gibi, kültürel alışkanlıklar, bir toplu şenliğe katılmak, bir berâberlik duygusunu yaşama isteği gibi tümüyle lâdinî (din dışı) sebeblerle de gerçekleşebilir. Her halükârda, Noel kutlamaları Türkiye’de yaşayan insanların bir bölümünün kültürüne dâhildir. Özetle Noel, İslâm dinini Meryem sûresinin yorumu dışında, ilgilendirmediğinden, DİB’nın görevine giren bir konu da değildir.

Yılbaşı kutlamaları ise, Noel’den farklı olarak, tümüyle dinler dışı bir konudur. Bilindiği gibi yılbaşı kutlamaları, 31 Aralık gününü 1 Ocak’a bağlayan gece yapılmaktadır. Sebebi, takvim olarak bir yılın geride kalması, yeni bir takvim yılının başlamasıdır.

YILBAŞININ HİÇBİR DİNE İZAFE EDİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR

Türkiye Cumhuriyeti’nin benimsediği takvim, yanlış olarak “milâdî” diye bilinmekteyse de, bu takvimin “milât” olarak anlaşılan İsâ peygamberin doğumuyla ilgisi yoktur. 1 Ocak gününün yılbaşı olması, Hıristiyanlık öncesinde, Roma’da Sezar zamanında bulunmuş olan bir takvime göre belirlenmiştir. Yılbaşı kutlamalarının, Noel’den farklı olarak, hiçbir dîne izâfe edilmesi mümkün değildir.

Bu nedenle, DİB’nın görev alanına giren “Noel vesîlesiyle Meryem sûresinin anlamını îzah etmek sûretiyle toplumu aydınlatmak”tan farklı olarak, yılbaşı kutlamaları DİB’nın görev alanının tümüyle dışında kalmaktadır.

Diyânet “biz” ve “kültürümüz” derken kimi kastediyor?

Bu noktada, daha can alıcı bir soruya sıra gelmektedir. DİB’nın yukarıda alıntıladığım değerlendirmelerinin yer aldığı hutbenin başlığı “Bizi Biz Yapan Değerlere Sâhip Çıkalım”dır.

Buradaki ikinci çoğul şahıs zamiri, bu zamirin iyelik hâli olarak kullanıldığı “târihimiz”, “kültürümüz”, kimleri, kimlerin târihini ve kimlerin kültürünü kapsamaktadır?

Yılbaşı kutlamalarını bir “yozlaşma” olarak olumsuzlayan DİB, yılbaşı (hattâ Noel) kutlamalarını şu veyâ bu sebeble hayatlarının bir parçası, yaygın deyimle bir hayat tarzının önemli bir unsuru hâline getirmiş olan vatandaşları dışlayıcı bir söylem kurmakta olduğunun farkında mıdır? Farkındaysa, Anayasa’da tanımlanan ve Anayasa’da olduğu için kendi özel kânunundaki görev tanımını da belirleyici olan, “milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek” görev yapması gerektiği hususuna özen göstermediği sonucuna varmak gerekecektir.

Tabiî, şu da ihtimâl dâhilindedir. DİB, söyleminin dışlayıcılığının farkındadır ama bunu bilerek yapmaktadır çünkü amacı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına İslâmî hayat tarzı içinde nelerin yerinin olup, nelerin olmadığını net olarak göstermek ve böylece, bir anlamda “tebliğ” fonksiyonunu da üstlenmiş olduğunu düşünmektedir. Olabilir de ama, bir sorun var: DİB’nın vatandaşları kendi bildiği mânâda doğru dîne dâvet etmek gibi bir görevi var mıdır?

Soruyu, DİB’nın kurulduğu 1924’e dönerek cevaplamak en doğrusu.

3 Mart 1924’te Şeriye, Evkaf ve Erkân-ı Harbiyeyi Umumiye reisliğinin ilgasına dâir kânunla, merkezî devletin bir organı olarak kurulan “Diyanet İşleri Reisliği”, İslâm dîninin “muamelât-ı nass” dışındaki “îtikadât ve ibâdata dâir” bütün hükümlerinin ve sorunlarının idâresiyle görevlendirilmiştir.

Bu statü, 1961 Anayasası ile DİB’nın bir anayasal kurum statüsüne kavuşturulmasıyla devâm etmiş ve nihâyet 1982 Anayasası ile birlikte yukarıda alıntıladığım görev alanı ve amaç tanımı ortaya çıkmıştır.

Bu süreç bize, DİB’nın izlenen Türkçü-İslâmcı politikalar sonucu gayrimüslim unsurlarından büyük ölçüde arındırılmış olan Türkiye ülkesi üzerinde homojem bir toplum inşâ etmek için İslâm inancının ve bu inanç temelinde şekillenmiş olan kültürün devlet kontrolü altında dönüştürülmesi gibi bir başlangıç noktasını işâret etmektedir.

1924’teki hedef, Lozan’da izlenen azınlık yaklaşımı ve kapitülasyonların kaldırılması bağlamından da güç alan, hukuk düzenini lâikleştirme girişimlerini toplumsallaştırabilmek için inanç ve ibâdet alanlarının da merkezî devletin kontrolü altına konulmasını gerektirmiştir. 1945 sonrası, bu kontrolü “din hizmetleri” unsuruyla birleştirerek DİB’nın bugünkü devâsâ yapısına ve bir kültürel aygıt olarak kazandığı işleve tanıklık etmiştir.

12 Eylül cuntasının tercih ettiği Türk-İslâm milliyetçiliği paralelinde, “milletçe dayanışma ve bütünleşme amacıyla” görev yapması öngörülen DİB, son dönemlerde, 1924’teki orijinal pozisyonuna tıpatıp benzer bir kurum hâline gelmiş gibi görünmektedir. 1924’te, izlenen ve Türk Medenî Kanunu’nun kabûlüyle birlikte ivmelenen lâiklik politikalarının bir gereği olarak, toplumun inanç ve ibâdet alanlarını lâiklik yönünde dönüştürücü bir aygıt olarak işlev gören Diyânet, uzunca bir süredir toplumu Türk-İslâm kimliği etrâfından yeniden doktrine etmek gibi bir ideolojik aygıt olarak çalışmaktadır.

12 Eylülcülerin “milletçe dayanışma ve bütünleşme amacı” derken maksatları bir “Türk-İslâm milleti kurmak” mıydı, tartışabiliriz ama kuruluşundan neredeyse yüz yıl sonra Diyânet’in topluma nasıl “İslâm’a uygun yaşanır” konusunu dikte etmeye yönelmesinin başka bir açıklamasını bulmak zor. Üstelik, yılbaşı, Noel gibi görev alanına girmeyen konular üzerinde, yer yer yetersiz medeniyetler târihi ve sosyoloji bilgisi nedeniyle yanlışlara da düşülerek, bunun yapılmaya çalışılması, bir tek şeyi gösteriyor: Devlet gücü eliyle bir inanç sisteminin, devletin uygun bulduğu kültürel kodlarıyla birlikte empoze edilmesi. Bunun sonu “totaliterlik”, ben söylemiş olayım.